Modern lojistik ve tedarik zinciri yönetiminde, operasyonel verimlilik ve pazar erişimi kadar temel bir kavram daha vardır: egemenlik. Bir ülkenin kendi limanlarını yönetme, gümrük rejimini belirleme ve ulusal taşıma ağını düzenleme kapasitesi, o ülkenin ekonomik bağımsızlığının ve küresel ticaretteki rekabet gücünün temelini oluşturur. Bugün Türkiye'nin lojistik altyapısını ve regülasyonlarını veri kabul ederek stratejiler geliştiriyoruz. Ancak bu stratejik özerkliğin, yakın tarihte ne denli çetin bir mücadeleyle kazanıldığını ve öncesinde nasıl bir sistemik bağımlılık yapısının mevcut olduğunu analiz etmek, günümüz politikalarının DNA'sını anlamak için kritik öneme sahiptir.

Bu analiz, bir serinin başlangıcı olarak, Türkiye'nin milli lojistik politikasının neden bir tercih değil, tarihsel bir zorunluluk olduğunu ortaya koymayı amaçlamaktadır. Konumuz, Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerinde ekonomik yapıyı felç eden ve lojistik egemenliği fiilen ortadan kaldıran kapitülasyonlar ve bu sistemin Lozan'da tasfiyesinin, modern Türkiye'nin lojistik manifestosunu nasıl oluşturduğudur.

Kapitülasyonlar: Bir Ekonomik Egemenlik Analizi

Profesyonel terminolojide kapitülasyonlar, yabancı devletlere ve onların vatandaşlarına tanınan tek taraflı, asimetrik yasal ve mali muafiyetler bütünü olarak tanımlanabilir. Başlangıçta, değişen küresel ticaret rotalarını Akdeniz'e çekmek ve jeopolitik ittifaklar kurmak gibi stratejik hedeflerle verilen bu imtiyazlar, imparatorluğun ekonomik ve askeri gücündeki gerilemeye paralel olarak, egemenliği aşındıran yapısal sorunlara dönüştü.

Bu ayrıcalıkların lojistik ve ticaret operasyonları üzerindeki doğrudan etkileri, herhangi bir modern işletme için rekabeti imkansız kılacak nitelikteydi:

  • Tarife Asimetrisi: Yabancı tüccarların ithal ürünleri için ödediği gümrük vergileri, yerli üreticinin veya tüccarın kendi iç pazarında karşılaştığı vergi yükünden dahi daha düşüktü. Bu durum, yerli sanayiyi korumaya yönelik herhangi bir gümrük politikası uygulanmasını engelliyor ve iç pazarı ithal ürünler için savunmasız bir hale getiriyordu.
  • Yargı Muafiyeti: Yabancıların ticari anlaşmazlıklarda kendi konsolosluk mahkemelerinde yargılanması, hukuki öngörülebilirliği ortadan kaldırıyor ve yerli taraf için ticari riski fahiş ölçüde artırıyordu. Bu, sözleşme hukukunun ve dolayısıyla güvene dayalı ticaretin temelini dinamitlemekteydi.
  • Operasyonel Ayrıcalıklar: Yabancı denizcilik şirketlerine tanınan liman kullanım kolaylıkları, posta hizmetleri kurma hakkı ve kabotaj ayrıcalıkları, lojistik altyapının ve hizmetlerinin kontrolünü sistematik olarak yabancı unsurlara devrediyordu.

Bu yapı, serbest rekabetten ziyade, kuralları önceden belirlenmiş ve kazananı belli olan, haksız bir ticari düzeni dayatıyordu. Milli bir sermaye sınıfının, rekabetçi bir ticaret filosunun ve entegre bir lojistik ağının gelişiminin önündeki en büyük yapısal engel bu sistemin kendisiydi.

Sistemik Riskler: Kapitülasyonların Operasyonel Alan Üzerindeki Etkileri

Teorik çerçeveyi bir kenara bırakıp, 20. yüzyıl başındaki operasyonel sahayı incelediğimizde, kapitülasyonların lojistiğin üç ana damarını nasıl tıkadığını net bir şekilde görebiliriz.

Liman Yönetimi ve Deniz Ticareti: De Facto Yabancı Monopolü

Osmanlı limanları, fiilen yabancı bayraklı gemilerin operasyonel üsleri haline gelmişti. Bu durumun en kritik sonucu, bir ülkenin denizcilik endüstrisinin can damarı olan kabotaj hakkının işlevsiz kalmasıydı. Kendi limanları arasında yük ve yolcu taşıma imtiyazının yerli armatöre değil, yabancı şirketlere ait olması, ulusal bir deniz ticaret filosunun doğmasını ve gelişmesini engelledi. Yerli bir taşıyıcı, kendi ülkesinde daha yüksek operasyonel maliyetler ve bürokratik engellerle karşılaşırken, yabancı rakipleri vergi ve regülasyon avantajlarıyla pazarın tamamına hakimdi. Bu, sadece bir pazar payı kaybı değil, aynı zamanda ulusal güvenlik ve tedarik zinciri esnekliği açısından da stratejik bir zafiyetti.

Gümrük Rejimi ve Mali Kontrol: Egemenliğin Devri

Bir devletin en temel egemenlik yetkilerinden olan tarife belirleme ve gümrük geliri toplama otonomisi, kapitülasyonlar ve Düyun-u Umumiye İdaresi ile tamamen ortadan kalkmıştı. Düyun-u Umumiye, alacaklı devletlerin kurduğu, imparatorluğun en stratejik gelir kalemlerini (gümrükler dahil) yöneten paralel bir mali otoriteydi. Gümrük kapılarında yabancı yetkililerin bulunması, vergi oranlarının tek taraflı dayatılması ve toplanan gelire doğrudan el konulması, gümrük rejimini bir milli ekonomi politikası aracı olmaktan çıkarıp, bir dış borç ödeme mekanizmasına indirgemişti. Bu koşullar altında, yerli üretimi koruyacak tarifeler uygulamak veya lojistik altyapı yatırımları için kaynak yaratmak imkansızdı.

Altyapı ve İç Lojistik: Entegrasyondan Uzak, İhracat Odaklı Ağlar

Yabancı sermaye ile inşa edilen demiryolu hatlarının güzergahları, milli bir lojistik entegrasyon hedefinden çok, ham madde kaynaklarını (madenler, tarım bölgeleri) en hızlı şekilde limanlara, yani ihracata ulaştırma mantığına dayanıyordu. Ülkenin üretim merkezlerini ve pazarlarını birbirine bağlayan entegre bir ağ yerine, kaynakları dışarıya taşıyan, birbirinden kopuk "huni" yapısında hatlar inşa edildi. Bu durum, iç pazarın gelişimini yavaşlatırken, ülkenin ekonomik yapısını ham madde ihracatçısı ve mamul ürün ithalatçısı konumuna mahkum ediyordu.

Lozan: Ekonomik Manifestodan Stratejik Yol Haritasına

Lozan Konferansı'ndaki kapitülasyon müzakereleri, basit bir ticari pazarlıktan öte, Türkiye'nin ekonomik egemenlik beyanıydı. Batılı devletlerin "kazanılmış hak" olarak gördüğü bu sistemi sürdürme ısrarına karşı Türk heyetinin sergilediği tavizsiz duruş, siyasi bağımsızlığın ancak ekonomik ve lojistik özerklikle anlam kazanacağı stratejik vizyonuna dayanıyordu.

Antlaşmanın 28. Maddesi ile kapitülasyonların kayıtsız şartsız kaldırılması, aşağıdaki stratejik kazanımları beraberinde getirdi:

  • Tam Yargı ve Ticaret Eşitliği: Türkiye topraklarındaki tüm ticari aktörlerin Türk hukukuna tabi olması, yerli ve yabancı girişimciler için eşit bir rekabet ortamı (level playing field) yarattı.
  • Gümrük Egemenliğinin Tesisi: Tarife belirleme yetkisinin tamamen TBMM'ye geçmesi, milli sanayiyi koruyucu ve lojistik altyapıyı geliştirici mali politikaların önünü açtı.
  • Mali Bağımsızlığın Yeniden Kazanılması: Düyun-u Umumiye'nin lağvedilmesi, devletin kendi gelir kaynakları üzerinde tam kontrol sahibi olmasını sağladı.

Lozan'da atılan bu adım, sadece geçmişin zincirlerini kırmakla kalmadı, aynı zamanda geleceğin milli lojistik politikaları için de kurucu bir manifesto işlevi gördü. Artık oyunun kuralları yeniden yazılabilirdi.

Ancak bu egemenlik hakkını kağıt üzerinde kazanmak, mücadelenin sadece ilk fazıydı. Asıl zorlu görev, bu hakkı kullanarak sıfırdan bir milli denizcilik sektörü yaratmak, limanları modernleştirmek ve entegre bir ulusal lojistik ağı kurmaktı. Stratejik özerklik kazanılmıştı; şimdi sıra, bu özerkliği operasyonel kapasiteye dönüştürmekteydi.

Yorumlar

Daha yeni Daha eski