Bu görsel, yazıda anlatılan konuyu ve atmosferi tasvir etmek amacıyla yapay zeka teknolojisi kullanılarak üretilmiştir.
Sabah işe başlıyorsunuz. Sizi ne bir ekip lideri ne de bir müdür karşılıyor. Günaydın dediğiniz tek şey, elinize aldığınız ve o günkü tüm varlığınızı tanımlayacak olan el terminali. Bu küçük cihaz, sadece hangi raftan hangi ürünü alacağınızı söyleyen bir rehber değil. O, sizin dijital gözcünüz, performans yargıcınız ve potansiyel celladınız. Attığınız her adımı, duraksadığınız her saniyeyi, hatta tuvalette geçirdiğiniz süreyi bile ölçen, analiz eden ve sizi bir puanla etiketleyen sessiz bir yönetici. Ve günün sonunda, insan kaynakları departmanından gelen bir e-posta ile değil, sistemden gelen otomatik bir bildirimle işinize son verilebilir. Sebep? Verimsizlik. İtiraz edecek kimse var mı? Belki, ama karşınızdaki insan, kararın nedenini size açıklayamıyor. Çünkü kararı o vermedi. Kararı, kimsenin tam olarak nasıl çalıştığını anlamadığı bir "kara kutu" verdi.
Bu bir bilim kurgu filmi senaryosu değil. Bu, günümüz lojistik ve e-ticaret depolarında on binlerce insanın her gün yaşadığı, adına "algoritmik yönetim" denilen yeni endüstriyel devrimin ta kendisi. Amazon'un devasa "fulfillment center"larından, dünyanın dört bir yanındaki yerel dağıtım merkezlerine kadar, yapay zeka artık sadece envanter saymıyor; insanları işe alıyor, yönetiyor ve kovuyor.
Lojistiğin geleceğini konuşmak, bunu sadece verimlilik tabloları ve kâr marjları üzerinden değil, direksiyon başındaki şoförün, forklift operatörünün ve depodaki raf görevlisinin gözünden de konuşmayı gerektirir. Bu analiz, parlak teknoloji vaatlerinin ardındaki insani maliyeti sorguluyor. Patronunuz bir algoritma olduğunda, adalet, vicdan ve insanlık nerede duruyor? Gelin, bu dijital labirentin derinliklerine inelim ve lojistiğin yeni, şeffaf olmayan güç dinamiklerini birlikte masaya yatıralım.
Depodaki Dijital Göz: Bir Çalışanın Sıradan Günü
Ahmet, 34 yaşında, iki çocuk babası bir depo çalışanı. Onun için her gün, şafak sökmeden başlayan bir maraton. Deponun devasa kapısından içeri girdiğinde, onu insan bir yönetici değil, bir dizi rakam ve bir barkod okuyucu karşılıyor. El terminalini (ya da sektördeki adıyla "scanner") eline aldığı an, kronometre başlıyor.
Ahmet'in ilk görevi, sistemin ona atadığı ürünleri raflardan toplamak. Ekranda bir ürün adı, raf numarası ve bir de sayaç beliriyor. Bu sayaç, "pick rate" yani saat başına toplama oranını ölçüyor. Şirketin belirlediği standart, saatte 120 ürün. Bu, her 30 saniyede bir ürün bulup, taratıp, sepete eklemesi gerektiği anlamına geliyor. Ahmet, devasa deponun koridorlarında adeta bir atlet gibi hareket etmek zorunda. Yavaşladığı her an, ekrandaki verimlilik yüzdesi kırmızıya dönmeye başlıyor. Bu sadece bir rakam değil; bu, onun işini elinde tutma becerisinin anlık bir karnesi.
Maraton sadece ürün toplamakla sınırlı değil. Algoritma, Ahmet'in "görev dışı geçirdiği zamanı" da ("Time Off Task" - TOT) acımasızca ölçüyor. İki toplama görevi arasında geçen süre, sistem tarafından "kayıp zaman" olarak etiketleniyor. Tuvalete gitmek mi? Kronometre çalışıyor. Bir an durup belini mi doğrultmak istedi? Kronometre çalışıyor. Ayakkabı bağcığı mı çözüldü? Üzgünüz, bu da görev dışı bir aktivite. Birkaç dakika içinde bir yönetici yardımcısı yanınızda belirip, "Ahmet, sistemde 5 dakikadır 'görev dışı' görünüyorsun, bir sorun mu var?" diye sorabilir. Sorun yoktur, sadece insansınızdır. Ama algoritma için "insan olmak" bir hata kodudur.
Kara Kutu Kararları: Kovuldunuz, Sebebini Bir Scripte Sorun
Bir pazartesi sabahı, Ahmet işe geldiğinde el terminalinin ona görev atamadığını fark eder. Ekip liderine gider. Lider, tabletten bir şeyler kontrol eder ve yüzünde rahatsız bir ifadeyle, "Ahmet, sistem seni 'düşük performans' nedeniyle otomatik olarak pasif duruma almış. İnsan Kaynakları ile görüşmen gerekiyor," der.
Ahmet, İK ofisine gittiğinde, karşısındaki yetkili de benzer bir çaresizlik içindedir. Önündeki ekranda Ahmet'in son üç aylık performans verileri, verimlilik grafikleri ve "görev dışı zaman" ihlalleri listelenmiştir. İK yetkilisi, "Sistem, son dört haftada performansının hedeflenen ortalamanın %8'in altında kaldığını ve bu durumun altı kez tekrarlandığını belirtiyor. Politikamız gereği, bu durumda sistem otomatik olarak iş akdini feshediyor," der.
Ahmet şaşkındır. "Ama geçen hafta çocuğum hastaydı, birkaç kez acile gitmem gerekti. Hatta bir gün amirimden izin bile aldım. Bu durumlar dikkate alınmadı mı?"
İK yetkilisinin verebileceği tek bir cevap vardır: "Sistem, izinli günleri düşer ama performans ortalamasını genel trend üzerinden hesaplar. Kararın tam olarak hangi veri noktalarına dayanarak verildiğini biz de göremiyoruz. Karar, algoritmanın kendisi tarafından veriliyor."
İşte bu, yapay zeka etiğindeki en büyük sorunlardan biri olan "Kara Kutu" (Black Box) problemidir. Modern makine öğrenmesi algoritmaları o kadar karmaşıktır ki, onları tasarlayan mühendisler bile belirli bir kararı neden ve nasıl verdiklerini her zaman tam olarak açıklayamazlar. Çalışan, kendisini savunma, durumu açıklama veya karara itiraz etme gibi en temel haklarından mahrum kalır. Karşısında bir insan yoktur; sadece sorgulanamaz, şeffaf olmayan ve duygusuz bir kod vardır.
Hukuki Boşluk ve Vicdani Çıkmaz: Kodlar Kanun Sayılır mı?
Bir insanın, bir algoritma tarafından işten çıkarılması, mevcut iş hukuku sistemlerimizi temelden sarsan bir durum. Yüzyılı aşkın süredir gelişen iş kanunları, işveren ve işçi arasındaki ilişkiyi, yani iki insan arasındaki ilişkiyi düzenlemek üzere tasarlanmıştır. Peki, denkleme üçüncü, insan olmayan bir "aktör" girdiğinde ne olur?
Çoğu modern hukuk sisteminde, bir işçinin işten çıkarılması için "geçerli ve haklı bir neden" sunulması gerekir. Algoritmik bir kararda ise bu ilke bulanıklaşır. "Algoritma verimsiz olduğunu söyledi" ifadesi somut bir neden midir? Kararın arkasındaki mantık açıklanamıyorsa, çalışanın kendini savunma hakkı nasıl kullanılabilir?
En büyük tehlikelerden biri de "algoritmik önyargı"dır. Yapay zeka, onu besleyen verilerden öğrenir. Eğer geçmiş verilerde belirli bir gruba karşı (örneğin yaşlı çalışanlar, engelliler) bilinçli veya bilinçsiz bir önyargı varsa, algoritma bu önyargıyı öğrenir, otomatikleştirir ve hatta güçlendirir. Bu, ayrımcılığın endüstriyel ölçekte ve kimsenin sorumlu tutulamadığı bir yapıda yeniden üretilmesi anlamına gelir.
Geleceğin İşyerini Tasarlamak: Algoritmayı Ehlileştirmek
Çözüm teknolojiyi tamamen reddetmek değil. Sorun teknolojinin kendisinde değil, onu nasıl tasarladığımız ve hangi değerler üzerine inşa ettiğimizde. İnsanı dışlayan değil, insanı güçlendiren bir gelecek için yeni bir yaklaşım gerekiyor.
Şeffaflık ve Açıklanabilirlik: Şirketler, çalışanlarla ilgili kritik kararlar veren algoritmaların nasıl çalıştığını açıklamakla yükümlü olmalıdır. Bir karar verildiğinde, bu kararın hangi somut verilere dayandığı, çalışana açık ve anlaşılır bir dille sunulmalıdır.
İnsan Odaklı Denetim: En kritik ilke budur: Algoritma asla nihai karar verici olmamalıdır. Yapay zeka, bir analiz ve tavsiye aracı olabilir. Ancak işten çıkarma gibi hayatı değiştiren bir kararın, mutlaka bir insan yönetici tarafından gözden geçirilmesi ve nihai onayın insan tarafından verilmesi gerekir. Teknoloji bir araçtır, yargıç değil.
Yasal Çerçevelerin Acilen Güncellenmesi: Hukuk sistemleri, teknolojinin hızına yetişmek zorundadır. Algoritmik yönetim, iş kanunlarında özel olarak tanımlanmalı ve düzenlenmelidir. Şirketlerin kullandığı yönetim algoritmalarının, ayrımcılık ve önyargı açısından bağımsız kurumlar tarafından denetlenmesi zorunlu hale getirilmelidir.
Sonuç: Yeni Bir Manifesto Zamanı
Lojistik depolarının koridorlarında sessiz bir devrim yaşanıyor. Bu devrim, verimlilik ve optimizasyon vaatleriyle geliyor, ancak faturayı insana kesme riski taşıyor. "Algoritmik patron," eğer kontrolsüz bırakılırsa, iş yerlerini daha stresli, daha adaletsiz ve daha az insani yerler haline getirebilir.
Manifesto açık ve net olmalı: Teknolojiyi, insan onurunu ve adalet duygusunu ikinci plana atan bir verimlilik anlayışı sürdürülebilir değildir. Lojistiğin geleceği, insanları birer maliyet kalemi olarak gören sistemlerle değil, teknolojiyi insanın yeteneklerini artırmak ve daha adil bir çalışma ortamı yaratmak için kullanan bir vizyonla inşa edilmelidir.
Patronumuzun bir algoritma olmasına izin verip vermeyeceğimiz, sadece bir teknoloji tercihi değil, temel bir ahlaki ve toplumsal tercihtir. Bu sınavı geçip geçemeyeceğimiz, geleceğin iş dünyasının ruhunu belirleyecektir.
Not: Bu yazıda adı geçen Ahmet hayali bir karakterdir. Anlatılan senaryo, dünyanın dört bir yanındaki lojistik depolarında yaşanan gerçek sorunları ve "algoritmik yönetim" olgusunu somutlaştırmak amacıyla kurgulanmıştır. Ahmet'in hikayesi kurgusal olsa da, temsil ettiği sorunlar ve teknoloji-insan ilişkisine dair sorduğu sorular son derece gerçektir.
.jpeg)
Yorum Gönder