2016 yılının Eylül ayıydı. Hanjin Shipping ile yaptığımız işbirliği, yıllardır süregelen bir güven ilişkisine dayanıyordu. Hanjin, dünya genelinde en büyük konteyner taşımacılık şirketlerinden biriydi ve biz de onlara düzenli olarak yük veriyorduk. O gün, ofisteki herkesin yüzünde bir gülümseme vardı; çünkü büyük bir sevkiyatın yolda olduğunu biliyorduk. Ancak, o gün her şeyin değişeceğinden habersizdim.

Hanjin’in iflas başvurusu yaptığına dair haberler geldiğinde, ilk başta bunun bir yanlış anlama olduğunu düşündüm. "Bu kadar büyük bir şirket nasıl iflas edebilir?" diye düşündüm. Ama kısa süre içinde gerçekler ortaya çıkmaya başladı. Hanjin’in filosundaki birçok gemi, limanlarda mahsur kalmıştı. Yüklerimiz, nerede olduğunu bilmediğimiz bir belirsizlik içinde kaybolmuştu.

Müşterilerimiz, siparişlerinin durumu hakkında bilgi almak için sürekli arıyordu. "Yüklerimiz nerede? Ne zaman ulaşacak?" soruları ardı ardına geliyordu. Ben de onlara, "Hanjin ile her zaman güvenli bir işbirliği yaptık, bu durumu en kısa sürede çözeceğiz," diyerek güven vermeye çalışıyordum. Ancak içimde bir belirsizlik vardı. Hanjin’in iflası, sadece bizim için değil, tüm tedarik zinciri için büyük bir kriz anlamına geliyordu.

Günler geçtikçe, Hanjin’in durumu daha da kötüleşti. Limanlarda bekleyen gemiler, yükleriyle birlikte adeta hapsolmuştu. Bazı müşteriler, ürünlerinin zamanında ulaşmaması nedeniyle üretimlerini durdurmak zorunda kaldı. Özellikle otomotiv sektöründeki müşterilerimiz, gerekli parçaların ulaşmaması nedeniyle büyük sıkıntılar yaşadı. "Bu durum, işimizi nasıl etkileyecek?" diye düşünmeye başladım.

Hükümetler ve liman otoriteleri, mahsur kalan gemilerin durumunu çözmek için harekete geçti. Ancak, bu süreç zaman alıyordu. Hanjin’in alacaklıları ve müşterileri arasında müzakereler yapıldı. Biz de alternatif çözümler aramaya başladık. Diğer taşıma şirketleriyle iletişime geçerek, yüklerimizi kurtarmak için yeni yollar bulmaya çalıştık. Ancak, Hanjin’in iflası sonrası, konteyner taşımacılığı maliyetleri de artmıştı. Bu, bizim için ek bir mali yük anlamına geliyordu.

Bir gün, ofiste otururken, bir arkadaşım "Hanjin’in iflası, sanki bir film senaryosu gibi!" dedi. Gerçekten de, bu durum bir komedi filmi senaryosunu andırıyordu. Limanlarda bekleyen gemiler, sanki birer "kayıp ruh" gibi, yüklerini bekliyordu. "Hadi ama, bu gemiler de biraz hareket etsin!" diye düşündüm. Ama ne yazık ki, gerçek hayatta böyle bir senaryo yazmak mümkün değildi.

Sonunda, Hanjin’in iflası, sadece bir lojistik krizi değil, aynı zamanda bir güven kaybıydı. Yıllardır süregelen iş ilişkimiz, bir anda belirsizlikle dolmuştu. Bu olay, tedarik zincirinin ne kadar kırılgan olduğunu ve büyük ölçekli lojistik firmalarının finansal sağlıklarının ne kadar kritik olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi.

Sonuç olarak, Hanjin Shipping krizi, benim için sadece bir iş kaybı değil, aynı zamanda bir ders oldu. Tedarik zincirinin her aşamasında risk yönetiminin önemini bir kez daha anladım. Gelecekte, daha dayanıklı ve esnek bir tedarik zinciri oluşturmak için daha dikkatli olmalıyız. Bu tür olaylar, lojistik sektöründe her zaman bir adım önde olmanın ne kadar önemli olduğunu gösteriyor.

Not: Bu yazı, Hanjin Shipping'in gerçek iflası ve onun etkileri üzerine kurgulanmış bir anlatımdır.

Yorumlar

Daha yeni Daha eski